16 Ekim 2010 Cumartesi

Never Lose a Client

In early times of my university years, I went to a restaurant for a dinner with a friend of mine. We had never gone there before. We ordered our meals and enjoyed the ambiance when waiting. After a while they came. But what a shock. There was a tiny piece of hair in my plate. I raised my finger, called the waiter, showed the piece of hair and asked how this could have happened. The manager heard our conversation, came to us and said that he was terribly sorry about that and he replaced our meals with the new ones. We thought to leave at first but at that time of the day it was not easy to find a table at another restaurant. We decided to stay and started to wait for the second turn. The second party came really fast with extra plates of salad, snacks, and deserts. After them they served us tea without asking. We really enjoyed the meal, they were quite delicious. And then we asked the bill to pay. The manager came to our table. He said again that he was terribly sorry about the problem; he found the reason and took corrective action to never let it happen once again. And he said we don't have to pay anything for that night in return of their apologies. We left the restaurant with good feelings even after that horrible mistake. That place became my favorite restaurant during my university years.

In most of the cases we lose a client when a problem occurs. I personally believe that each problem is a chance to turn it all around. Of course it has to be managed well. It gives us an opportunity to notice the defects in our process. It gives us a chance to improve ourselves. And it gives us a chance to show our clients how kindly we could handle a problem. Each well managed problem we had with customers is one step forward to customer loyalty.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Gazze Barış Harekatı (!) : Recep Tatile Çıksın

1974'te Kıbrıs ile ele geçirilen benzer bir fırsat fiyaskoyla sonuçlanmış ve Türk diplomasisinin başarısızlığı yıllar sonra AB müzakere sürecinde önümüze çıkarılmıştı. Daha da çıkarılır... Bu sefer kriz iyi yönetilecek mi yoksa ileride önümüze çıkarılacak yeni bir malzeme mi vereceğiz merak ediyorum. Gerçekten hayırlı olsun!

16 Ocak 2010 Cumartesi

Avrupa Birliği Tarihi ve Geleceği

Dünya'nın en büyük entegrasyon hareketi olan Avrupa Birliği, 27 üye ülkeden oluşan ve özetle; insan, eşya, hizmet ve sermayenin üye ülkeler arasında serbestçe dolaşımına izin verildiği çokuluslu bir oluşumdur. Bu oluşum, kapsamı itibariyle teoride yer alan entegrasyon modellerinin önüne geçmiş, bu anlamda literatüre yeni kavramlar kazandırmış ve kazandırmaya devam etmektedir. Günümüzde halen onaylanma aşamasında olan Lizbon Antlaşması ile Avrupa Birliği'nin gelecekte alacağı konumu daha iyi öngörebilmek için birliğin tarihini bilmek ve amacını anlamak gerekmektedir.


Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında, Avrupa ülkeleri sanayileşme ile artan üretimlerini yabancı ülkelere satarak pazarlarını genişletme kaygısına düşmüşlerdir. İtalya, İngiltere ve İspanya gibi sömürgeci ülkeler mallarını sömürgelerine satabilmiş ancak sanayisi gelişmiş olan Almanya gümrük duvarlarından kurtulamamıştır. Gümrük kapılarının açılmasını sağladığı için büyük emperyal güçlerin pazar daralmasından kurtulmalarının tek çaresi o yıllarda savaş olmuştur. Bunun sonucunda yirminci yüzyılın başlarında Avrupa kıtası, Almanya'nın başrol oynadığı iki büyük savaş yaşamıştır. Vitrinde her ne kadar başka sebepler olsa da perde arkasında iki savaş da paylaşım savaşı olmuştur. Bu savaşlarda büyük zulümler yaşanmış, binlerce insan hayatını kaybetmiş, sanayi kalkınması durmuş ve kıtanın yüzde sekseni tabiri caizse yerle bir olmuştur. Pazarlarını genişletmek isteyen dev Avrupalı güçler; savaşların sonucunda küçülmüş, Sovyetler Birliği'nin Doğu Almanya'nın kontrolünü eline geçirmesiyle, Sovyetler Birliği ile komşu olmuşlardır. Kapitalist sistemin en önemli kıtası Avrupa'nın yarısı sosyalist bir sistem ile yönetilmeye başlamıştır. Bu yıllardan itibaren yaşanan soğuk savaş Avrupa'nın entegrasyonunu hızlandırmıştır. Batıda Amerika Birleşik Devletleri, doğuda ise Rusya gibi iki büyük gücün arasında kalan Avrupalılar, pazar daralmasını savaş ile çözmeye çalışmanın nelere mal olduğunu öğrenmiş ve güçlerini birleştirme kararı almışlardır.

Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve Almanya'dan oluşan altı ülke 1951 yılında imzaladıkları Paris Antlaşması ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun temellerini atmışlardır. Yapılan antlaşmaya göre bu iki sektörde hiç bir devlet neyi, nerede, ne kadar üreteceğine ve kaça satacağına kendi başına karar veremeyecek, bu kararlar üye ülkelerce oluşturulan bir konsorsiyum ile merkezde alınacaktır. Böylelikle o günün koşullarında savaş sanayisinin ham maddesi çelik ile tek enerji kaynağı kömürün kontrolü sağlamış ve barış garanti altına alınmıştır. Bu topluluğa üye ülkeler, birlikteliği daha da genişletmek amacıyla 1957 yılında Roma Antlaşması'nı imzalamışlardır. Roma Antlaşması ile 1958 yılında Avrupa Ekonomi Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu adında iki birlik daha kurulmuştur. Amerika Birleşik Devletleri'nin Japonya'ya attığı atom bombasından sonra Avrupalılar bu sektörü de Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu ile kontrol altına alarak barışı korumayı amaçlamışlardır. Avrupa Ekonomi Topluluğu ise çelik, kömür ve atom sektörlerindeki iş birliğinin uzun vadede tüm sektörlere yayılmasını ve böylelikle üye ülkeler arasında gümrük birliğine geçilmesini amaçlamıştır.

8 Haziran 1959 tarihinde Türkiye Brüksel Büyükelçisi Rıfkı Rüştü Zorlu'nun haber vermesi ile Yunanistan'ın Avrupa Ekonomik Topluluğu'na girmek için resmen başvurduğu öğrenilmiş ve bunun arkasından Ankara'da hazırlıklar başlatılarak 31 Temmuz 1959 tarihinde Türkiye'nin birliğe girme başvurusu resmen yapılmıştır. Eylül ayında Avrupa Ekonomik Topluluğu, Türkiye ve Yunanistan'ın başvurularını kabul etmiş ve genişlemek için ilk kez bu ülkeler ile görüşmelere başlamıştır. Ancak Türkiye'nin kalkınma düzeyinin tam üyeliğin gereklerini yerine getirmeye yeterli olmadığı topluluk tarafından bildirilmiş ve tam üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması önerilmiştir. Bu kapsamda 12 Eylül 1963 yılında Ankara Antlaşması imzalanmıştır. Ankara Antlaşması, Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na geçiş sürecini; hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olmak üzere üç aşamada kurgulamış ve geçiş döneminin sonunda gümrük birliğine geçilmesini öngörmüştür. Ayrıca bu dönemde 1967 yılında yapılan Füzyon Antlaşması ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu ve Avrupa Ekonomik Topluluğu adındaki üç topluluk birleştirilmiş ve Avrupa Toplulukları adını almıştır. 1969 yılında Lahey Zirvesi'nde topluluğa girme başvuruları kabul edilen İngiltere, Danimarka ve İrlanda'nın, Avrupa Toplulukları'na tam üyelikleri 1972 yılında kabul edilmiş ve böylelikle topluluğun ilk genişlemesi gerçekleştirilmiştir. Aynı dönemde Türkiye'nin hazırlık dönemi sonlanmış ve 1973 yılında imzalanan Karma Protokol ile geçiş dönemine resmen geçilmesi sağlanmıştır.

1970'lerde dünyada yaşanan iki büyük petrol krizi ile Avrupa Toplulukları'nın entegrasyon süreci yavaşlamıştır. Ayrıca bu döneme kadar Türkiye ile Avrupa Toplulukları arasındaki sorunlar ekonomik boyutta iken 1981 yılında Yunanistan'ın onuncu üye ülke olarak topluluğa katılması ile sorunlar siyasi bir boyut da kazanmıştır. 1980'lerin ikinci yarısında Portekiz ve İspanya topluluğa dahil olmuş ve Türkiye'nin dondurulan geçiş dönemi görüşülerek ilişkilerin tekrar başlatılması sağlanmıştır.

1992 yılında üye ülkeler arasında imzalanan Maastricht Antlaşması ile ortak pazara geçilmiş ve topluluğun adı Avrupa Birliği olarak değiştirilmiştir. Üye ülkeler arasında insanların, malların, hizmetlerin ve sermayenin serbestçe dolaşımına imkan veren ortak pazara geçişten sonra ortak paraya yani Euro'ya geçiş gündeme gelmiş ve bu süreç on yıllık bir plana bağlanmıştır. Ayrıca 1990'larda geliştirilen ilişkiler sonucunda 1996 yılında Türkiye ile Avrupa Birliği arasında gümrük birliği yürürlüğe girmiştir. Bazı istisnalar ile Türkiye ile Avrupa Birliği arasında malların serbestçe dolaşımı sağlanarak geçiş dönemi sonlandırılmış ve son aşama olan nihai dönem başlatılmıştır.



1995 yılında Avusturya, Finlandiya ve İsveç'in de katılımıyla onbeş üyeye ulaşan Avrupa Birliği 2002 yılında; İngiltere, Danimarka ve İsveç dışındaki tüm üyeleri ile birlikte ortak para olan Euro'ya geçmiştir. 2004 ve 2007 yıllarındaki genişlemeler ile toplam 27 üyeye ulaşan Avrupa Birliği'nde günümüzde 16 ülke ortak para kullanmaktadır.

Gümrük birliğinden sonra ortak pazar ve ortak para kavramları ile literatüre yeni entegrasyon modelleri kazandıran Avrupa Birliği'nin bundan sonraki adımı Lizbon Antlaşması'ndan da görüldüğü üzere siyasal birliktir. Lizbon Antlaşması'nın onaylanmasından sonra, üye ülkelerin altışar aylık dönüşümlü başkanlık yaptığı yönetim sistemi yerine, üye ülkelerin oy birliğiyle atayacakları Avrupa Birliği Konseyi Başkanı'nın iki buçuk yıllık süre için başkanlık yapacağı bağımsız bir yönetim sistemine geçilecektir. Ayrıca dış politikada tek sesliliği sağlamak için Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi atanacak ve bu temsilci dışişleri bakanı statüsünde birliğin dış ilişkilerini tek elden yürütecektir. Avrupa Birliği'nin geleceği kurgulanırken, amacın daha görünür bir siyasi kimlik ve daha merkezi bir yönetim olduğu görülmektedir. Bir anlamda günümüzde geleceğin belki de Avrupa Birleşik Devletleri'nin temelleri atılmaktadır.

Avrupa'da bunlar yaşanırken, dünyanın diğer bölgelerindeki ülkelerin de güçlerini birleştirme yoluna gitmesi ve bunun sonucunda Asya ve Pasifik Ekonomik İşbirliği, Güney Doğu Asya Ulusları Birliği ve Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi gibi diğer önemli entegrasyon hareketlerinin, Avrupa Birliği'nin açtığı bu yolda ilerleyerek daha da önemli bir konuma gelmesi mümkün gözükmektedir. Hatta gelecekte ülkeler yerine ülkeleri temsilen tek ağızdan bu birliklerin masaya oturarak karşılıklı işbirliği yapması ve bunun sonucunda dünyanın global bir köye dönüşmesi hiç de uzak gözükmemektedir.

Aralık 2009
Ömer Kara