30 Haziran 2009 Salı

Satılık Gitar :)

Almanya'dayken verdiğim ikinci el gitar ilanı...
Gitarsızlığa 3 ay dayanabilmiştim ve internetten 35 euroya bu gitarı almıştım. Dönerken de sattım. Güzel gitardı...

29 Haziran 2009 Pazartesi

Analysis of Shift System in Call Centers

Call centers are one of the best areas where the efficiency of shift management can be easily and accurately measured.

First of all, average number of inbound agents logged in the system should be retrieved from the system for each half-an-hour in a day. The days for the sample should be selected considering the abnormal situations in order to eliminate the negative impact of any seasonality effect in a period. Two different analyses, one for the workdays and the other for the weekends are also suggested. The timing of lunch time and shifts would be shown as follows. The effect of lunch time and different shifts should be figured out clearly as follows.

The second step should be implementing the number of calls in the figure. The data of in-coming calls and answered calls should be retrieved from the system related to the same days in the sample. Due to the lunch break effect; an increase in the number of in-coming calls and a decrease in the number of answered calls should be seen as follows.

Another way to interpret the same information in a more clear way is to use abandon call ratio in stead of number of in-coming and abandon calls. It would also make this analysis comparable with the sector.

After plugging the sector’s and the company’s own average, the inefficient local peaks should be highlighted as follows.

The result of this analysis would also give some cues about the solution of the problem.

The interpretation would show that the inefficiencies may be eliminated with some little rearrangements in the lunch time, start time or end time of current shifts resulting in decreasing the average percentage of abandon calls.

21 Haziran 2009 Pazar

Sex Appeal in Advertising

























The product is macaroni in this case. The target customers are assumed to be women, who are again assumed to be low elaborated due to the limited information processing, limited time spending, automatic and shallow thinking of this product. Moreover, apparently there is a sex appeal here in this print ad. I think there is no source credibility nor attractiveness because the picture is not related to the product or its usage at all. Nevertheless, there is a little cue about the neutrality of the product, which may be to say “it is as neutral as vegetables”. Furthermore the sex appeal may serve the hedonistic content of the target group. As a result, the strategy seems to be peripheral route which is quite appropriate for the low elaborated target.

Application Letter

Okuldayken ödev gereği hazırladığım başvuru mektubu...

























ODTÜ 4. Yurt
414/3, 06531
Çankaya/ANKARA

April 9, 2007

Mr. Sertaç Erenmemisoğlu
Manager of Human Resources
OPET Petrolcülük A.S.
Bulgurlu Mah. Sarıgazi Cd.
No:47, 34696
Üsküdar/İSTANBUL

Dear Mr. Sertaç Erenmemişoğlu:

I am writing to apply for the post of “Finance Assistant Hiring”, which was advertised in Hürriyet İnsan Kaynakları on 18 March 2007. I have had a three-month work experience as an intern at OPET last summer. Moreover, I have taken several finance- and accounting-related courses at the university. Besides, I have a special interest in the fuel oil sector. Therefore I believe that I am appropriate for the Finance Assistant position that you are looking for.

I will be graduated from the Department of Business Administration at Middle East Technical University by June, 2007. During my bachelor in METU, and my exchange program in the University Paderborn, in Germany, I have participated in many activities and panels about some specific finance topics. Furthermore, I have prepared a seminar paper about consumption tax and its influences on investments. In addition, while taking part in METU Young Entrepreneurs Club activities, I have improved my interpersonal skills, leadership skills, and ability to work in a team. In addition to all, my experience on OPET culture will help me add value to OPET.

Since I have the necessary qualifications for the position and have the experience at the company, I would like to be a member of OPET Family. As we have arranged before, our interview is on April 9, 2007 at 10:15 AM, at your office. Please let me know, in case of a change in time and place. I will always be
available at 053XXXXXXXX.

Sincerely yours,

Ömer Kara

Enclosure: Résume

20 Haziran 2009 Cumartesi

Afişler

Eskileri karıştırırken Genç Girişimciler Topluluğu için tasarladığım web sitesi ve aktivite afişlerinden bir kaçına rastladım. Nostalji oldu, geçmişi yad edelim.












Sonundaaa...

Sonunda yüksek lisans bitirme projem...


28 Mayıs 2009 Perşembe

Forum İstanbul 2009

"Yarının kurulması - Hedef 2023" sloganı ile yola çıkan Forum İstanbul toplantılarının 8.'si bugün itibariyle başladı. "Dünya Finansal ve Ekonomik Krizinden 2023 Türkiye'sine" konulu iki günlük paneller zincirinin ilk gününe katılma fırsatım oldu.
----------------------------------------
Forumun açılış konuşmasını yapan Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın konuşmasında 3 nokta önemliydi. 
1- 2023 yılında Türkiye dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasında girecek.
2- Türkiye, Avrupa Birliği'ne tam üyelik yolunda emin adımlarla ilerliyor. İlerlemede sorun yok ancak hızını tartışabiliriz.
3- İçinde bulunduğumuz kriz sona erdiğinde iki faktör Türkiye için büyük avantaj yaratacaktır: Birincisi dış borç. Krizin sona ereceği gün Türkiye en az borçlu ülke olacak ve bu da büyüme trendinde büyük avantaj sağlayacak. İkincisi kârlı bankalar. Bugün dünyada bankalar zarar ettiği için krizin sona ereceği gün büyümeyi ateşleyecek sağlam finansal kurumların eksikliği duyulacak. Ancak Türkiye için bu sözkonusu değil, kârlı bankalarımız kriz sonrasında büyümeyi körükleyecek.
----------------------------------------
Açılış konuşmalarından sonra yapılan paneldeki ilk konuşmacı Prof. Dani Rodrik oldu. Rodrik'in konuşması gayet bilgilendirici ve faydalı oldu.
- Kriz iki faktörün bir araya gelmesi ile meydana gelmiştir. Bunlardan birisi likidite bolluğu diğeri ise denetim eksikliğidir. Aslında likidite bolluğu kötü birşey değil aksine arzulanan bir durumdur. Denetim eksikliği de netice itibariyle icradaki eksiklik kadar hayati değildir. Ancak her ikisi bir araya geldiğinde bu büyüklükte bir krize neden olabilecek kadar hayati olmuştur.
- Bu kriz nasıl atlatılır:
1- Finansal piyasalara ilişkin düzenlemelerin derinleştirilmesi ve örneğin hedge fonları da kapsaması gerekmektedir.
2- Aşırı dış ticaret fazlası veya aşırı değersiz para birimi (undervalued currency) gibi anomalilere çekidüzen verilmelidir.
3- Küresel yönetişim geliştirilmelidir. Dünyanın tecrübe ettiği bu krizde anlaşılmıştır ki ülkeler için kredide etkin ve uluslararası bir son merci, IMF'e rağmen, bulunmamaktadır. Bu kapsamda uluslararası etkin çalışan bir merci kurulmalıdır.
- Türkiye için krizin reçetesi dış borçlanmanın azaltılması ve iç tasarrufun arttırılmasıdır. Bu kapsamda içsel dönüşüme dayalı büyüme modeli geliştirilmelidir. Bunun başarılı örnekleri Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore'de yaşanmıştır. 
----------------------------------------
Paneldeki diğer bir konuşmacı Kemal Derviş'ti. Özellikle krizin sebepleri konusunda çarpıcı tespitleri oldu.
- Krizden önceki yıllarda otoritelerin çok azı sistemdeki denetim açığının farkında idi.  Bunun tek nedeni otoritelerin genellikle kamu kökenli piyasada çalışmamış olmalarıdır. [Bu konu aslında bir itiraf niteliğinde idi. Önceki bir yazımda piyasada çalışan profesyonellerin kamuya transferleri konusuna değinmiştim. Bunun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görmüş olduk.]
- Risk modellemeleri matematisyenler tarafından yapıldı. Sosyal bilimci, iktisatçı olmak matematikçi olmaktan farklıdır, sağ duyu eksikliği bu krizin çıkmasında önemli faktörlerden birisidir.
- Tasarruf çok önemli, tasarruf olmazsa büyüme geçici olur. Bu anlamda bir yönüyle de alışkanlıkları değiştirmek gerekir. Hindistan tasarrufu arttırmayı başarmıştır.
----------------------------------------
Diğer panelist Ege Cansen'in çok güzel tespitleri vardı.
- Milli gelirin bir kısmı tasarrufa dönüşür. Tasarrufun bir kısmı da yatırıma dönüşür. Yatırım da milli serveti arttırır. Örneğin 100 birimlik milli gelirin 20'si tasarrufa dönüşse, bu 20'nin yarısı yatırıma dönüşse milli servet 10 birim artar. Ancak son yıllarda Türkiye'de milli servetin artış hızı o kadar yüksek oldu ki, böyle bir oran ne milli gelirin tasarrufa dönüşmesinde ne de tasarrufun yatırıma dönüşmesinde yaşandı. Milli servetin bu kadar artmasının sebebi varlık fiyatlarındaki artış oldu. Varlık fiyatlarındaki bu enflasyon çok tehlikeli ve geçicidir.
- Borsaya bakıyorum en fazla kazanan %21 kazanmış, ortalamaya bakıyorum ortalam %7 kazanmış. Bir hesap yapıyorum bir kişinin %21 kazanması ve ortalamanın %7 çıkması için 7 kişinin %5 kazanması gerekiyor. Yani kapitalist sistemde 1 kurnaza 7 aptal düşüyor. Sonra bu aptallardan birisi ben neden %2 kaybedeyim diyor ve daha da risk alıyor. Bu kurnazların sayısı ne zaman aptallara yaklaşırsa işte o zaman kriz çıkıyor. 
- Türkiye'nin kriz reçetesi büyümenin altında reel faiz ve sıfır cari açıktır. Reel faizin büyümenin üstüne çıkmaması ve cari açığın sıfır veya artı-eksi yüzde birlerde seyretmesi gerekmektedir.

24 Mayıs 2009 Pazar

Bankalarda Operasyonel Skandallar - Société Générale

Bankacılık sektörünün en büyük operasyonel skandalı; 3. Napolyon tarafından kurulmuş, 150 yıllık geçmişiyle köklü bir Fransız bankası olan Société Générale’de 2008 yılının başında yaşanmıştır. 2007 yılında “The Banker” dergisi tarafından Avrupa’nın en iyi türev piyasası işlemleri yapan bankası seçilen Société Générale; bir personelinin bu piyasada yanlış pozisyon alması nedeniyle 2008 yılı Ocak ayında 4,9 milyar Euro zarar ettiğini açıklamıştır. Büyük pozisyonların zarar yazılarak kapatılması, finansal krizin ayak seslerinin duyulduğu o günlerde tüm piyasalarda şok satışlara sebep olmuş ve Amerikan Merkez Bankası 75 baz puan faiz indirimine gitmek zorunda kalmıştır. Etkileri ile sınırları Fransa’yı aşan bu olay bir personel tarafından gerçekleştirilen en büyük operasyonel skandal olarak tarihe geçmiştir.

4,6 milyar Euro tutarındaki tarihi zararın baş mimarı olan Jerome Kerviel, 2000 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra Société Générale’in yatırım ünitesinde destek ve kontrol personeli olarak göreve başlamıştır. Kerviel, bankada kontrolör olarak çalışırken aynı zamanda yüksek lisansını da tamamlamış ve 2005 yılında Delta 1 olarak adlandırılan, piyasaların geleceğini öngörerek büyük finansal operasyonlar ile bankanın kaynaklarını yöneten ekibe trader olarak transfer olmuştur. Çevresi tarafından hep başarılı olmak isteyen hırslı bir çalışan olarak tanınan Kerviel, Delta 1 ekibinde üstlerinden habersiz riskli pozisyonlar almaya başlamıştır. 2005 yılında yaptığı ilk yetkisiz işlem ile bankaya 500.000 Euro kazandırmış, bu olay Kerviel’in kendisine güvenini daha da arttırmıştır.

Kerviel, 2007 yılı sonuna kadar yetkisiz işlemlerini sürdürmüş ve kâr etmeye devam etmiştir. Olayın açığa çıkmasından sonra yapılan incelemede Kerviel’in 2007 yılı içerisinde toplamda 1,4 milyar dolar kâr ettiği ortaya çıkmıştır. Bu noktada Société Générale’in en önemli hatasının, son yıllarda hızla büyüyen yatırım faaliyetlerini kontrol etmekte yetersiz kalması ve bu yöndeki uyarıları göz ardı etmesi olduğu görülmüştür. Bankanın 2006 yılında tüm bankacılık işlemlerinden elde ettiği kârın yarısı yatırım işlemlerinden kaynaklanmış, bu yüksek kâr ise bu ünitenin sıkı bir şekilde denetlenmesi konusundaki motivasyonu azaltmıştır. 2007 yılının Mart ayında Fransa Bankacılık Komisyonu, yaptığı incelemelerden sonra bankanın iç denetim mekanizmasının güçlendirilmesini istemiş ve özellikle Delta 1 ekibinin iyi bir şekilde denetlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Société Générale’in bu uyarıları dikkate almayarak büyük kârlar karşısında bu ünitedeki kontrol zayıflığına göz yumduğu iddia edilmiş ve banka ağır şekilde eleştirilmiştir. Olayın detaylarının ortaya çıkması ile mudilerin bankaya olan güveni ciddi şekilde zedelenmiş ve banka 22,5 milyon müşterisine tek tek mektup yazarak özür dilemek zorunda kalmıştır.

Daha önceden destek ve kontrol biriminde çalışan Kerviel, trader olmadan önce işlemlerin operasyonel süreçlerinin gerçekleştirildiği arka ofiste işlerin hangi kontroller ile nasıl yürütüldüğünü çok iyi öğrenmiştir. Bu tecrübesi Kerviel’e, trader olarak işlem yaptığı sürece zayıf kontrolleri aşması konusunda yardımcı olmuş ve Kerviel yetkisiz işlemler ile aldığı riskleri sahte hesaplar açarak gizlemiştir. Yapılan incelemelerde Kerviel’in tüm bu işlemleri yaparken bazı arkadaşlarının bilgisayarına izinsiz olarak girmiş ve onlar adına gereken onayları vermiş olduğu tespit edilmiştir. Société Générale’de kullanıcı şifrelerinin belirli zaman zarfında değiştirilme zorunluluğunun olmaması sistem güvenliğinde büyük bir kontrol zafiyetine sebep olmuştur.

Sahte işlemler yapılarak gizlenen pozisyonların tespit edilmesindeki en önemli kontrol noktalarından bir tanesi de personellerin düzenli olarak izine çıkartılmasıdır. Birçok bankada her personel için yılda en az bir defa yedi gün kesintisiz olarak tatil yapma zorunluluğu getirilmiştir. Personele verilen bir haftalık zorunlu iznin tek sebebi personel tarafından gizlenen suistimallerin açığa çıkmasını sağlamaktır. Suistimal yapan personel gizlediği işlemleri izinli olduğu süre boyunca gizleyemeyecek ve bu tür olaylar büyümeden ortaya çıkartılabilecektir. Yapılan incelemede Kerviel’in son 8 ay içerisinde 7 gün kesintisiz olarak izin yapmadığı ve bu konuda da Kerviel’in yöneticisinin İnsan Kaynakları Bölümü tarafından bir kez ikaz edildiği ancak bu uyarıyı ciddiye almadığı tespit edilmiştir. Şifre değiştirme ve bir hafta kesintisiz izin zorunlulukları gibi kontrol noktaları her ne kadar küçük ve önemsiz gibi görülse de buralarda yaşanan eksiklikler bir araya gelince büyük kontrol zafiyetleri meydana getirmekte ve sonucunda Société Générale’de yaşandığı gibi büyük skandallara neden olabilmektedir.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Türk Bankacılık Sektörü'nün Operasyonel Kayıpları*

Türkiye’deki bankalarda en sık yaşanan operasyonel kayıp vakalarından birisi personel suistimalleridir. Zimmet suçu şeklinde gerçekleşen personel suistimalleri sonucunda oluşan maddi zarar genellikle banka tarafından karşılanmaktadır. Örneğin 13 Mart 2008 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde çıkan bir haberde; Samsun’da özel bir bankanın şubesinde çalışan bir personelin, çeşitli müşterilerin hesaplarından 13 milyon doları zimmetine geçirerek kayıplara karıştığı bildirilmiştir. Benzer şekilde 17 Mart 2009 tarihinde Şekerbank, Antalya Gazipaşa Şubesi’nde görev yapan bir personelin aleyhinde 1,5 milyon lirayı zimmetine geçirdiği iddiasıyla dava açmıştır. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun 2008 yılında Ziraat Bankası üzerinde yaptığı inceleme sonucunda zimmet suçlarının boyutunun 10 milyon 203 bin liraya ulaştığı açıklanmıştır. Tüm bu olaylarda oluşan zararlar banka tarafından karşılandığı gibi olayın niteliği itibariyle oluşan itibar kaybının somut sonuçları ölçülememektedir.

Personel suistimallerine paralel olarak bankalarda sıklıkla yaşanan diğer operasyonel kayıplar dış kaynaklı vakalardan kaynaklanmaktadır. Dış etkenler olarak tabir edilen bu tür operasyonel riskler genellikle banka soygunu, internet ve kredi kartı dolandırıcılığı şeklinde gerçekleşebilmektedir. Emniyet Müdürlüğü Ana Komuta Kontrol Merkezi Daire Başkanlığı verilerine göre Türkiye’de 2006 yılı içerisinde 202 adet banka soygunu meydana gelmiştir. Diğer taraftan internet bankacılığı ve kredi kartı kullanımının yaygınlaşması ile bu alanlarda yaşanan dolandırıcılık olaylarında da ciddi oranlarda artış meydana gelmekte olup, olayların sonucunda oluşan maddi zararlar bankalar tarafından karşılanmaktadır. Örnek olarak Ziraat Bankası Ankara Konutkent Şubesi’nin ATM'sinde 30.03.2008 tarihinde bir dolandırıcılık olayı meydana gelmiş ve sonucunda banka müşterisi maddi zarara uğramıştır. Asıl itibariyle söz konusu suç üçüncü şahıs veya şahıslar tarafından gerçekleştirilmesine karşın açılan dava sonucunda gerekli tedbirleri almadığı gerekçesi ile Ziraat Bankası kusurlu bulunmuş ve zararın tazmini ile cezalandırılmıştır.

Dış kaynaklı diğer operasyonel riskler ise deprem, yangın gibi doğal felaketler ve terör saldırılarıdır. 17 Ağustos 1999 depreminde Marmara Bölgesi’ndeki birçok banka şubesi hasar görmüş ve faaliyetlerinde kısa süreli de olsa bir takım aksamalar meydana gelmiştir. Örnek olarak Akbank’ın 1999 yılındaki deprem felaketinden etkilenen 17 şubesinden sadece 12’si tekrar açılabilmiştir. Benzer şekilde Garanti Bankası’nın Adapazarı ve Gölcük şubeleri kullanılamaz duruma gelmiş, İzmit, Gebze ve Yalova şubelerinde veri aktarım problemleri yaşanmıştır.


Türk Bankacılık Sektörü’nün acı ile tecrübe ettiği diğer önemli bir operasyonel risk vakası ise 2003 yılında İstanbul’daki terör saldırıları ile yaşanmıştır. 20 Kasım 2003 tarihinde HSBC Bankası’nın yaklaşık bin personelinin çalıştığı Genel Müdürlük binasına bomba yüklü bir araç ile intihar saldırısı düzenlenmiştir. Bu saldırı ve akabinede gerçekleştirilen saldırılar sonrasında İstanbul Menkul Kıymetler Borsa’sında işlemler durdurulmuştur. HSBC ve CitiBank’ın Türkiye genelindeki tüm şubeleri güvenlik gerekçesiyle bir gün süreyle kapatılmıştır.

* İmar Bankası vakasının, birçok kaynakta Türkiye tarihinde yaşanmış en büyük operasyonel risk skandalı olarak belirtilmesine karşın asıl itibariyle yaşananların operasyonel kayıptan ziyade banka sahipleri ve yönetimi tarafından işlenen büyük bir organize dolandırıcılık suçu olduğu bilinmektedir. Üst düzey yönetim tarafından yapılan yönlendirmeler ile yasa dışı faaliyetlerde bulunmak ve banka kayıtlarını manipüle ederek düzenleyici otoriteye kasıtlı olarak yanlış raporlamalar yapmak suretiyle bu faaliyetleri örtbas etmek hiçbir operasyonel risk unsuru ile açıklanamamaktadır. Bu sebeple İmar Bankası vakasının operasyonel riske iyi bir örnek teşkil etmediği düşünülmüş ve bu çalışmada İmar Bankası vakasına yer verilmemiştir.

27 Nisan 2009 Pazartesi

6. Önlem Paketi ve Kredi Garanti Fonu

Referans Gazetesi'nin bugünkü haberine göre; finansal krizin etkilerinin azaltılması amacıyla çalışmaları devam eden hükümetin 6. Önlem Paketi'nde Kredi Garanti Fonu'nun etkin kullanımı da yer almaktadır. Bu kapsamda Kredi Garanti Fonu, bankaların şirketlere vereceği kredinin yüzde 60'ına kefil olacağı ve bu amaç için 1 milyar liralık kaynak ayrılacağı belirtilmektedir. Ayrıca Fon'nun bu kaynak ile yaklaşık 10 milyar liralık krediye kefalet verebileceğinin tahmin edilmektedir.

BDDK verilerine göre 2008 Aralık ayı itibariyle Türk Bankacılık sektörünün şirketlere kullandırdığı kredilerin 250 milyar lira olduğu gözönüne alındığında bu paketin toplam ticari krediler üzerindeki etkisinin %4 kadar olacağı söylenebilir. 2009 yılında öngörülen sıkışıklık için iyi bir rahatlama olacaktır.

Ref 1: http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=121690
Ref 2: http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/6320Finansal_Piyasalar_Raporu_Aral%C4%B1k_2008.pdf

25 Nisan 2009 Cumartesi

17 Nisan 2009 Cuma

Bankalarda Operasyonel Skandallar - Allied Irish Banks

Tarihte önemli operasyonel skandalların bir diğeri de Allied Irish Banks (AIB) adındaki bir İrlanda bankasında yaşanmıştır. İrlanda’nın en köklü üç bankasının birleşmesi ile 1966 yılında kurulan AIB; 2002 yılında, merkezi ABD’nin Baltimore şehrinde bulunan Allfirst adındaki iştirakinin Hazine Bölümü’nde yaşanan bir suiistimal sonucunda 691,2 milyon dolar kaybettiğini açıklamıştır. Olayın açığa çıkmasının ardından 2003 yılında Allfirst, M&T Bank Corporation adındaki bir bankaya satılmış ve sonucunda üst düzey yöneticiler dahil olmak üzere yaklaşık 1.200 Allfirst çalışanı işinden olmuştur. Yapılan incelemelerde, bir çalışanın neden olduğu böylesine büyük bir olayın ardında önemli yönetsel hataların ve zayıflıkların olduğu tespit edilmiştir.

Geniş şube ağlarına sahip üç büyük ticari bankanın birleşmesi ile kurulmuş olan AIB’de yaşanan bu suiistimalin en önemli sebeplerinden bir tanesi bankanın ve suçun işlendiği iştirakinin tecrübesinde ve yapısal kurgusunda gizlidir. Baltimore gibi bir liman kentinde faaliyet gösteren Allfirst’ün müşteri portföyü, denizaşırı ticaret yapan ve sonucunda kur riski alan büyük firmalardan oluşmaktadır. Dolayısı ile Allfirst’ün işlemlerinin büyük bir bölümü, müşterilerin kur riskini azaltan karmaşık hazine ürünlerinden oluşmaktadır. Diğer taraftan kısıtlı büyüklükteki hazine işlemleri ile yıllarca ticari bankacılık yapan ve yöneticilerinin de sadece bu konuda deneyimli olduğu AIB gibi bir bankanın böylesine büyük hazine işlemleri yapan Allfirst gibi bir bankayı satın alması, çok yakından yönetilmesi gereken büyük bir risktir. Ancak bu risk iyi yönetilememiş ve vahim sonuçlar doğurmuştur.

1993 yılında John Rusnak adında bir trader, AIB’nin Baltimore’daki iştiraki olan First Maryland Bancorp’ta (1999 yılında Allfirst adını almıştır) çalışmaya başlamıştır. Kariyeri boyunca çeşitli bankaların yabancı para (FX) işlemler ofisinde çalışmış olan Rusnak, Allfirst’e girerken farklı stratejiler geliştirerek FX piyasalarındaki arbitrajdan faydalanacağını vaat etmiştir. Buna karşılık kompleks opsiyonlar yerine yenin dolar karşısında değer kazanacağı varsayımı ile tek bacaklı basit spot ve forward işlemler yapmış, karşı bacağında opsiyon işlemleri yaparak pozisyonunu hedge etmemiştir. Yenin dolar karşısında değer kazandığı 1990 ile 1995 yılları arasında güzel kârlar yazmasına karşın Rusnak, 1995 ortalarında yenin dolar karşısında değer kaybetmeye başlaması ile zarar etmeye başlamıştır.

Rusnak riskli stratejisinin bir sonucu olarak 1997 yılının sonunda 29,1 milyon dolar zarar etmiştir. Sorumluluğu alıp zararını yönetime rapor etmek yerine gizlemeyi tercih etmiş, oluşan zararı kapatmak için yetkisiz işlemler yapaya başlamıştır. Ancak, bir çok suiistimal vakasında yaşandığı gibi, Rusnak’ın yaptığı bu işlemler, oluşan zararı daha da büyütmüş ve 1999 yılında toplam 41,5 milyon dolar zarara neden olmuştur.

Rusnak, 1997 yılında aldığı pozisyonlarla zarar etmeye başladığı zaman, gerçekleşen bu zararları gizlemek için sisteme sahte opsiyon işlemleri girmiştir. Kuru, prim tutarı ve büyüklükleri aynı olan, ancak biri bir gün vadeli, diğeri gerçek forward pozisyonunun vadesi ile uyumlu olan iki sahte opsiyon işlemi yapmıştır. Rusnak, her iki opsiyon işlemini de aynı banka ile yapılmış olarak gösterdiği için işlemler nette herhangi bir transfer gerektirmemiş ve bu sebeple operasyon masasına gönderilmeyerek bir kontrol noktasını aşabilmiştir. Bu sahte işlemlerin sonucunda Rusnak, açık olan pozisyonunu gizlemiş ve kapalı (hedge edilmiş) olarak gösterebilmiştir. Yapılan tüm hazine işlemlerinde karşı taraf ile teyitleşmesi gereken Hazine Operasyon Bölümü bu işlemler için karşı taraf ile bizzat teyitleşmemiş, Rusnak’ın hazırladığı sahte faks dökümanları üzerinden teyit almıştır. Hazine Operasyon Bölümü’nün yapılan işlemleri bağımsız kaynaklardan teyit etmemesi büyük bir kontrol zaafiyeti oluşturmuştur.

Benzer bir zayıflık risk yönetimi faaliyetlerinde yaşanmıştır. Her traderın pozisyonu için bağımsız olarak riske maruz değer (RMD) hesaplaması gereken Hazine Risk Kontrol Bölümü, Rusnak’ın pozisyonu için yaptığı hesaplamalarda Rusnak tarafından manipüle edilmiş olan verileri kullanmış, sonucunda hatalı RMD hesaplamıştır. Rusnak’ın pozisyonunun RMD’si maksimum 1,5 milyon dolar olarak hesaplanmasına rağmen yapılan incelemelerde 90 milyon kaybettiği durumların yaşandığı tespit edilmiştir.

Hazine işlemleri için diğer bir kontrol noktası olan stop-loss limiti, AIB vakasında etkin olarak çalışmamış ve suiistimalin tespitinde yetersiz kalmıştır. Sistem tarafından bağımsız veriler ile hesaplanması gereken stop-loss limitleri, sistemin direkt olarak Reuters’tan beslenememesi nedeniyle traderların verileri üzerinden hesaplanmıştır. Rusnak, RMD hesaplamasında yaptığına benzer şekilde stop-loss hesaplamasında kullanılan döviz kurlarını manipüle etmiş ve bu kontrolü etkisiz hale getirmiştir.

Birinci ve ikinci seviye kontrollere ek olarak AIB’nin iç denetim fonksiyonları da bu suiistimalin tespitinde başarısız olmuştur. Rusnak’ın faaliyetleri, 5 yıllık süre zarfında sadece bir kere denetlenmiştir. Sonuç olarak AIB’de yaşanmış olan bu suiistimal vakasında; süreçteki kontrol zaafiyetleri, hazine işlemlerinde tecrübesiz olan yönetimin risk algısı ve etkin iç denetim sisteminin eksikliği, tarihteki en büyük operasyonel skandallardan birine neden olmuştur.

8 Nisan 2009 Çarşamba

Bankalarda Operasyonel Skandallar - Barings Bank

Tarihte finansal kurumlarda yaşanmış olan operasyonel skandalların en açık örneği Barings Bank vakasıdır. İngiltere’nin ilk ticari bankası olan 200 yıllık Barings Bank 1995 yılında iflas etmiş ve 3 Mart 1995 tarihinde ING Bank’a 1 sterlin karşılığında satılmıştır. Her ne kadar iflasın asıl nedeni bankanın Singapur ve Osaka borsalarındaki riskli pozisyonlarının zarar etmesi olsa da yapılan incelemelerle perde arkasında yaşananların tipik bir operasyonel risk vakası olduğu ortaya çıkmıştır.

1993 yılında Nicholas William Leeson adında bir dealer, Barings Bank’ın Singapur’da future işlemleri yapan bir iştirakine Genel Müdür olarak atanmıştır. Barings Bank’ı iflasa götüren ilk hata bu süreçte yaşanmış ve operasyonel yapı birinci seviye kontrollerde zafiyet yaratacak şekilde hatalı olarak kurulmuştur. Leeson, hem alım/satım masasından hem de muhasebe ve kayıt süreçlerinin yönetildiği operasyon masasından sorumlu olarak atanmıştır. Operasyon masası; alım/satım masası tarafından gerçekleştirilen tüm işlemlerin teyidini almak, muhasebe kayıtlarını kontrol etmek, işlemlerin yönetimce belirlenen limitler dahilinde gerçekleşmesini sağlamak gibi birinci seviye kontrollerden sorumludur. Bu sebeple operasyon ve alım/satım masalarının sorumluluklarının net bir şekilde belirlenerek birbirlerinden ayrılması büyük önem taşımaktadır. Ancak Barings Bank’ın Singapur’daki ofisinde bu temel teamülün uygulanmadığı görülmüştür.

1994 yılında, muhasebe hatası nedeniyle £20.000 tutarında bir zarar gerçekleşmiş ancak Leeson hatayı yönetime açıklamak yerine 88888 numaralı yeni bir hesap açarak zararı gizlemiş ve telafi etmek için yetkisiz işlemler yapmaya başlamıştır. Bankalarda yaşanan personel suiistimallerinin önemli bir çoğunluğu kasıtsız olarak yapılan bir hatanın gizlenmesi ve oluşan zararın kapatılması için yetkisiz işlemler yapılması şeklinde gerçekleşmektedir. Personelin yönetici veya iş arkadaşlarına karşı mahcup olması, küçük düşmesi, yapılan hata sebebiyle performans veya sicilinin olumsuz etkilemesi, oluşan zararın kendisinden tahsil edilecek olması gibi bir takım gerekçelerle dikkatsizlik veya ihmal sonucu oluşan küçük tutardaki zararlar personeller tarafından gizlenebilmekte ve sonrasında gizlenen zararlar yetkisiz işlemler yapılarak örtbas edilmeye çalışılmaktadır. Bu amaçla yapılan işlemler ya başlangıçta oluşan zararı daha da büyütmekte ya da zararı kapattıktan sonra personel için yasa dışı gelir kaynağı haline gelmektedir.

Leeson; sadece müşteri karşılıklı işlemleri yapması gerekirken, £20.000 tutarındaki zararı kapatmak için banka adına da pozisyon almıştır. Ancak suiistimal yapan birçok personel gibi zararı kapatmakla yetinmemiş büyük pozisyonlar alarak birimini ve dolaylı olarak kendisini kâr ettirmiş ve kâr ettirdikçe de pozisyonunu büyütmüştür. 1994 sonunda Barings Bank’ın Singapur’daki birimi en yakın rakibinden 8 kat daha büyük pozisyon almış ve 20 milyon dolar kâr etmiştir. Banka için yatırım faaliyetlerinin yeni bir alan olması ve ticari bankacılık alanında uzmanlaşmış olan merkezi yönetimin yatırım alanındaki tecrübesizliği sebebiyle müşteri işlemleri karşılığında alınan risksiz pozisyonlardan bu kadar yüksek kâr ediliyor olması şüphe uyandırmamış ve bu çelişki göz ardı edilmiştir. Yönetimin ayrıca bazı iç denetim bulgularını da göz ardı ettiği ve önerilerini yerine getirmediği iddia edilmiştir.


Leeson, durgun piyasalarda kâr eden bir stratejiyle pozisyon almış ve yaşanan ufak dalgalanmalar dışında genelde durgun seyir eden Singapur ve Osaka borsalarında güzel kârlar elde etmiştir. Ancak 17 Ocak 1995 tarihinde Japonya’da yaşanan Kobe depremi sonrasında piyasalarda derin düşüşler yaşanmış ve Leeson’ın pozisyonu büyük zararlar yazmaya başlamıştır. 25 Şubat 1995 tarihi itibariyle toplam zarar 59 milyar yen büyüklüğüne ulaşmıştır. Yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğini anlayan banka yönetimi Mart ayında ING Bank ile anlaşarak hisselerini 1 sterlin karşılığında devretmiştir.

23 Mart 2009 Pazartesi

Para, para, para = Borç, borç, borç

Günümüz mali sistemi borç üzerinden döner. Borç olmaksızın bu sistem çalışmaz, çark dönmez. Cebimizdeki her kuruş, aslında birisinin başka birisine olan borcudur.
Para dediğimiz hadise de en nihayetinde devletin borcudur. Nasıl mı? Şöyle ki:

Devlet hazinesi devletin kasasıdır. Dolayısı ile devlet toprakları üzerindeki her değer Hazine'ye aittir. Hazine bu değerleri bir nevi garanti göstererek borç kağıtları hazırlar ve bunları Merkez Bankası'na verir. Merkez Bankası da kağıt üzerine kendi borç kağıtlarını yazar ve aldığı borç kağıtları karşılığında Hazine'ye kendi borç kağıtlarını verir. Bu iki devlet kurumunun kağıt alış verişi sonucunda, Hazine tahvil çıkartmış ve Merkez Bankası para basarak karşılığında bu tahvilleri almış olur.

Devlet aldığı her mal ve hizmet karşılığında hak sahibine Merkez Bankası'ndan almış olduğu bu paraları verir. Halkın elindeki her kağıdın karşılığı Merkez Bankası'ndadır ve o da Hazine'nin verdiği borç kağıtlarıdır. Halkın elinde aslında devletin ona olan borcundan başka birşey yoktur. Yani devlet borcu borç ile döndürmekten başka hiçbir şey yapmaz. Nasıl sihir ama?

21 Mart 2009 Cumartesi

Burn yeni mecra mı yarattı?

Coca Cola'nın Burn adında bir enerji içeceği var. Hiç içmedim, nasıl birşeydir, içinde ne vardır hiç bilmem. Reklamlarını da bir iki kez MTV'de ve sinemalarda görmüştüm.
Bugün Burn'ün bir reklamını daha gördüm. Ve bundan sonra sanırım her derse gittiğimde, sınava çalışırken, ödev yaparken de göreceğim. Neden?
Çünkü adamlar okulun etrafındaki tüm fotokopicilere üzerinde Burn reklamı olan top top A4 kağıt dağıtmışlar. Ve tabi ki bedavaya. Düşünebiliyor musunuz? Bir fotokopicinin maliyetlerinin belki de yarısı gitmiş oldu. Öğrenci daha ucuza fotokopi çektirmiş oldu. Firma da ucuz ama çok etkili bir mecradan reklamını yapmış oldu. Reklamcılık sektörü için önemli bir açılım. Ödülü haketti, bravo...

20 Mart 2009 Cuma

La Noyée ve La Valse d'Amélie

Amelie (Fabuleux destin d'Amélie Poulain, Le) filminin unutulmaz iki soundtrack'i:
La Valse ve La Noyee.

İkisi de 1970 doğumlu fransız bir müzisyene, Guillaume Yann Tiersen'e ait.

Bir de Youtube'ta keşfettiğim Dave Thomas isminde başka bir müzisyenin yorumuyla dinleyin... Müthiş:





Youtube'a nasıl giriyorum

Başbakan bir tarihte Hindistan'a giderken uçakta gazetecilere "Ben youtube'a giriyorum. Siz de girin." demişti.
O güne kadar benim bildiğim tek yöntem ktunnel adındaki siteyi kullanarak youtube'a girmekti. Ki onda da hız çok yavaştı ve login olup yorum yazamıyordum.
Fakat bu haberden sonra Başbakan bile giriyorsa bunun daha pratik bir yolu olmalı dedim ve sağolsun bir arkadaşım o sihirli yolu söyledi. Yoksa başbakana mail atacaktım vallahi!

C:/WINDOWS/System32/drivers/etc

klasöründeki hosts isimli dosyayı Notepad ile açıp en attaki satırın hemen altına bağlantıdaki yazıları yapıştırıyorsunuz. Bilgisayarınızı kapatıp açtıktan sonra işlem tamam.

Bağlantı:
http://www.beratcarsi.com/dosyalar/youtube_ip.rar

Citi'nin Baş Ekonomisti Hazine'ye Danışman Oldu

Citi Group, Salı günü yaptığı açıklamada Baş Ekonomist'i Lewis Alexander'ın ABD Hazinesi'ne katılmak için bankadan ayrıldığını duyurdu.

Lewis Alexander, Obama Hükümeti'nin ABD Hazine Sekreteri Timothy Geithner'a danışman olacak.

Financial Times'ta bu haberi okuyunca baya şaşırdım. Önde gelen bir bankanın baş ekonomistinin Türkiye'de Hazine Müsteşarı veya Müsteşar Yardımcısı olduğunu düşünsenize... Ve bunun büyük bir bankacılık krizinden, örneğin 2001'den, hemen sonra olduğunu düşünün.

Türkiye'de bu tür transfer olayları çok sık yaşanmaz. Türkiye'de, Merkez Bankası, Hazine Müsteşarlığı, BDDK, TMSF gibi mali otoriteler yöneticilerini genellikle içeriden yetiştirmiştir.

2001 bankacılık krizinden hemen sonra Kemal Derviş, Dünya Bankası'ndaki görevinden istifa ederek yurda dönmüş ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak atanmıştı.

Ve bir de Mehmet Şimşek var. Merrill Lynch'teki görevinden istifa ederek 2007'de Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olmuştu.

Halbuki ABD'de bu tür transfer olayları çok sık olmuştur. Birçok Hazine Sekreterleri özel sektörden (özellikle Goldman Sachs'tan) transfer edilmiştir. ABD hükümetleri piyasa düzenleyencilerini, piyasaların tabiri caiz ise kurtlarından seçiyor olması aslında çok da mantıksız değil. Piyasanın aksaklığını, zamanında o piyasada risk almış ve şirketlerine para kazandırmış olan yöneticilerden daha iyi bilen yoktur. Haliyle ABD gibi mali piyasası gelişmiş olan bir ülke için bu tür bir yapılanma zorunlu hale geliyor.

Peki bu seferki transferin diğerlerinden farkı nedir?
Büyük bir bankacılık krizi yaşanmış, krizi yaratan bankaları kurtarmak için ABD vatandaşı için kutsal sayılan vergi gelirleri kullanılmış, bu yardımlar büyük tartışmalar yaratmış... Böyle bir ortamda hisse fiyatı 1 doları görmüş, bilançosu kuşa dönmüş olan bir bankanın Baş Ekonomisti Hazine Sekreteri'ne danışman oluyor. Yok daha neler...

Finansal Sistemler ve Doğurdukları Bankacılık Krizleri - ABD

Ekonomi yazılarında ve/veya sohbetlerinde "sistem" olarak tabir edilerek hakkında büyük bir gizemle bahsedilen mekanizma asıl itibariyle mali düzenden başka birşey değildir. Ülkeler mali piyasaları ile bu piyasaların oyuncuları arasındaki ilişkileri düzenler ve sistem denen sihirli algoritmayı böylelikle kurmuş olurlar. Sistemdeki kurgu aslında çok basittir; fon fazlası olan oyunculardaki bu fonlar mali piyasalar aracılığıyla fon ihtiyacı olanlara plase edilir. Kurulan algoritmadaki aksaklıklar krizlere sebep olabilen bir takım sonuçlar doğurur. Bu yazıda ABD finansal sistemindeki genel kurgu ve bu sistemden doğan bankacılık krizinin sebepleri incelenmiştir.

ABD Finansal Sistemi

ABD'deki finansal sistem bankaların komisyonculuğu ile sermaye piyasaları üzerinden döner. Kurumsal yatırımcılar ve tasarruf sahipleri yatırımlarını ağırlıklı olarak sermaye piyasalarında değerlendirir. Böyle bir kurguda riski alan tasarruf sahipleridir. Sermaye piyasaları da bu fonlarla reel sektörü finanse eder. Şirketler sermayelerini hisse senedi ihracıyla bulurken borçlanmalarını da tahvil çıkartarak sermaye piyasaları üzerinden yaparlar.


ABD'de olduğu gibi, sermaye piyasaları ağırlıklı finansal sistemlerde rating şirketlerinin önemi ve ratinglerin güvenilirliği çok büyüktür. Kimsenin bilmediği küçük şirketler bile rating şirketlerinden derecelendirilerek sermaye piyasalarından borçlanabilme imkanı elde ederken yatırımcılar da bu ratinglerle firmaları karşılaştırır ve yatırımlarını yönlendirirler. Sisteme ilişkin düzenlemelerde de risklerin göstergesi olan bu ratingler kullanılır; belirli bir ratingin altındaki kıymetlere emeklilik fonlarının yatırım yapamaması gibi...

2008 Bankacılık Krizi

Böyle bir sistemde fonlanma o kadar kolaydır ki girişimcilik (entrepreneurship) ve girişimci sermayesi (venture capital) denilen kavramlar dünyadaki en popüler ABD jargonlarından olmuşlardı. Kolay fonlanma balonu ilk olarak teknoloji firmaları üzerinde (InfoSpace, Globe.com, Amazon.com, Google, Yahoo, E-Bay...) şişti. Teknoloji firmalarının ağırlıklı olduğu "dot-com" borsası, Nasdaq, 1999 yılında %90 yükselmişti. İyi kötü tüm teknoloji firmalarına aşırı yatırım yapılmış ve bu firmalar aşırı borçlanmıştı.

ABD ekonomisi böyle bir ortamdayken, dünyada ekonomisindeki gelişmeler pek de olumlu değildi. Yaşanan Rusya ve Brezilya krizleri ABD merkez bankası FED'i de aksiyon almaya zorladı ve 1999 ortasından başlayarak peş peşe alınan kararlarla faizler 4.75'ten 6.50'ye çıkarıldı. Bu duruma dot-com hisselerin tepkisi çok büyük oldu ve teknoloji balonu patlayarak Amerikan ekonomisine ilk zararı verdi. Bu olay ve paralelinde yaşanan Enron davası gibi bir takım muhasebe yolsuzlukları ayrıca rating mekanizmasına duyulan güvenin da ilk kez sarsılmasına neden oldu.

Kaynak: FED

2001 yılındaki ilk sarsıntıdan sonra aman bu sarsıntı resesyona sebep olmasın diye bu sefer FED faizleri düşürerek piyasayı fonlamaya başladı.

[Burada artı olarak belirtmek gerekir ki bu tarz politika değişiklikleri her ne kadar arkalarında karışık analizler ve durum değerlendirmeleri barındırsa da geçmiş tecrüblerle ile alınacak basit kararlara paralellik gösterirler. Ne demek istiyorum? Her ülkenin geçmişte acı bir tecrübesi vardır. ABD için bu resesyon tecrübesidir. "Büyük Bunalım" diye anılan o yıllarda yaşanan resesyon Amerikan halkı için tarihi bir ders olmuştur. ABD'de ne zaman ekonomik büyüme rakamlarının yanında aşağı yönlü kırmızı ok gözükürse o zaman panik başlar. Ekonomik büyüme rakamlarının örneğin Almanya ve Türkiye için o kadar büyük bir önemi yoktur. Diğer taraftan Almanya için önemli olan enflasyon rakamıdır. Neden? Birinci dünya savaşı sonrasında el arabalarıyla ekmek alındığı, daha pahalı olan odun yerine kağıt paraların yakıldığı bir dönem yaşanmıştır da ondan. Halbuki biz Türkler yıllarca hiperenflasyonda yaşadık gıkımız çıkmadı. Bizim acı tecrübemiz de kurlar ile yaşandı. Bir develüasyon oldu bankalar battı, insanlar üzerlerine benzin döküp kendilerini yaktılar. O zamandan beri döviz kurları ekonomi üzerine alınan kararlarda en önemli donelerden birisi haline geldi.]

ABD'de yaşanan bu ilk dalgadan sonra düşen faizler ile firmalar tekrar aşırı fonlandı ve bu sefer de bir gayrimenkul furyası başladı. Fonlanan gayrimenkul firmaları ev yaptıkça bankalar ve finansman şirketleri de ipotek kredileri vermeye başladı. Faizler düşük olduğu için ipotek kredilerine talep büyük oldu. Gayrimenkul firmaları sermaye piyasalarından fonlandıkça ev yapıyor, onlar ev yaptıkça bankalar ipotek kredisi veriyordu. Bu döngüdeki tek sınır bankaların bilanço sınırıydı; verilen krediler özkaynakların yasal otorite tarafından belirlenen bir katını aşamaz! Ama sermaye piyasaları gelişmiş sistemlerde bu kısıtın da kolayı vardı. Bankalar bu kredilerini menkulleştirerek sermaye piyasalarında sattılar ve bu riskleri bilançolarından çıkarttılar. Rating şirketleri bu menkulleri derecelendirdi ve yatırımcılar (kurumsal yatırımcılar ve tasarruf sahipleri) da yatırımlarını bu ratinglere göre bu menkullerde değerlendirdi. Böylelikle çark dönmeye ve balon şişmeye devam etti.

İpotek furyası ile dot-com furyası arasında önemli farklılıklar vardır. Dot-com furyasında fonlanan verimsiz teknoloji firmaları yaşanan faiz dalgalanmasında batmış ve yatırımcısını da batırmıştı. İpotek furyasının ise üç ayağı vardır: Birincisi dot-com'a benzer şekilde verimsiz inşaat firmalarının aşırı borçlandırılması, ikinci ayağı bu konutların satışında yaşanan aşırı kredilendirme, üçüncüsü ise bu kredilerin menkulleştirilerek yatırımcıların bu kredilere yatırım yapması... Dolayısı ile olası bir dalgalanmada bu balonun patlaması sadece gayrimenkul firmalarını batırıp yatırımcısını da batırmayacaktı. Konut kredisi borçlusunu da ödeme güçlüğüne çekecek ve konut kredilerini batıracaktı. Batan krediler bunları finanse eden kredi finansman kuruluşlarını (Fannie Mae, Freddie Mac) da batıracaktı. Ayrıca menkulleşmiş batan kredilerin de fiyatları düşecek ve yatırımcısını (dünyadaki büyük yatırımcılar: bankalar) batıracaktı.

Keza aynen de öyle oldu. FED 2004'te başladığı faiz arttırımlarıyla şişen balonu patlattı. Patlayan balon gayrimenkul firmalarını, konut kredilerini, konut finansman şirketlerini ve başta yatırım bankaları olmak üzere bu menkullere yatırım yapan bankaları batırdı. En iyi ratingli menkullerin bile batması rating mekanizmasına olan güveni sıfırladı. Bu menkullerden global bazda kimin bilançosunda ne kadar olduğu bilinemediği için genel bir güvensizlik ortamı oluştu ve peşi sıra likidite krizi ortaya çıkmış oldu.

Peki böyle bir finansal sistemde oluşan ipotek kredisi kaynaklı bir kriz nasıl oluyorda global bir bankacılık krizine dönüşüyor? Dünya piyasalarının üçte birinden daha fazla bir büyüklüğe sahip bir ekonomide yaşanan bu krizin tabiki de etkisi lokal olmadı. Dört beş yıl çok güzel paralar kazandıran bu mekanizma başta bankalar olmak üzere dünyadaki bütün büyük yatırımcıların dikkatini çekti. Bankalar gerek ABD sermaye piyasaları üzerinden yatırımlarını oraya kanalize ederek, gerek de oluşturdukları iştirakleri ile doğrudan gayrimenkul finansmanı piyasasına girerek bu kâra ortak olmak istediler.

Şubeler Cari Faizi

Parametreler:
Mevduat faizi (MF)
Kredi faizi (KF)
Şubeler cari faizi (ŞCF)
Kredi hacim artışı (a)
Mevduat hacim artışı (b)

Mevduat faizinden fon toplayan şubeler bu mevduatları fon yönetimine şubeler cari faizinden satarlar. Dolayısı ile şubenin topladığı mevduattan kazandığı faiz marjı ikisinin farkıdır.
ŞCF – MF = Şubenin kârı

Kredi faizinden kredi veren şubeler bu fonları fon yönetiminden şubeler cari faizi üzerinden alırlar. Dolayısı ile şubenin verdiği krediden kazandığı faiz marjı ikisinin farkıdır.
KF – ŞCF = Şubenin kârı

Banka likidite pozisyonuna göre ŞCF'ni kullanarak şubeleri mevduat toplama veya kredi verme yönünde teşvik eder.

Örnek:
Mevduat faizi (MF) = %4,50
Kredi faizi (KF) = %8,10
Şubeler cari faizi (ŞCF) = %6,30

Örneğin faiz oranları yukarıdaki gibi olan bir bankanın şubeleri mevduat toplayarak ŞCF – MF = %6,30 – %4,50 = %1,80'lük bir faiz marjı ile kâr ederler. Benzer şekilde kredi vererek KF – ŞCF = %8,10 – %6,30 = %1,80'lük bir faiz marjı kazanmaktadır. Faiz oranlarını bu şekilde kurgulayan bir bankanın mevduat ve kredi hacimlerinin benzer miktarda artması beklenir (a = b). Şubeler için ikisi de eşit kâr sağladığı için her iki ürün için de eşit efor sarfedecekleri ve normal piyasa koşullarında iki ürün hacimlerinin de eşit miktarlarla hareket göstereceği varsayılmaktadır.




ŞCF oranını MF oranına yakın tutan bir bankanın kredi hacmini mevduat hacminden daha fazla büyütmek istediği varsayılarak böyle bir bankanın fon fazlası olduğu düşünülebilir (a > b).

ŞCF oranını KF oranına yakın tutan bir bankanın ise mevduat hacimlerinin daha fazla artmasını istediği varsayılarak böyle bir bankanın fon sıkıntısı çektiği düşünülebilir (a <>

Simulasyon:
Ekonomik durum, sektörün durumu ve bankanın cari dönemdeki performansı kredi ve mevduat hacimlerindeki büyümeyi belirler. Ancak ŞCF'nin bu büyüme üzerinde düzeltici bir etkisinin olduğu düşünülür. Şöyle ki;

d = Büyüme Oranı
k = Şubeler Cari Faizi Politikasının Büyüme Oranlarına Etkisi
kkredi = (KF + MF)/2, kmevduat = ŞCF
Adj d = Ayarlanmış Büyüme Oranı


Adj MHt = MHt-1 * (1 + dm + [ŞCF – (KF + MF)/2])
Adj KMt = KHt-1 * (1 + dk + [(KF + MF)/2 – ŞCF])

Uygulama:
Mevduat ve kredi faizlerini gelecek dönemlerde aşağıdaki gibi set eden bir bankanın değişik ŞCF uygulayarak elde edeceği sonuç 5 turn için simule edilmiştir.

ŞCF = (MF + KF)/2
Şube için kredi ve mevduat aynı getiriyi sağlar. Aynı oranda artar.


ŞCF MF'ne daha yakın set edilerek kredi vermek şubeler için daha cazip hale getirilmiştir.



ŞCF KF'ne daha yakın hale getirilerek mevduat toplamak şubeler için daha cazip hale getirilmiştir.


Biz'ce Dergisi ile mini-röportaj

1- Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
1984 İstanbul doğumluyum. 2007 yılında ODTÜ İşletme Bölümü'nden mezun oldum. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Bankacılık Yüksek Lisansı eğitimimi sürdürüyorum. Öğrenciyken yazları çeşitli reel sektörlerde stajyerlik yapmama rağmen mezun olduktan sonra birçok bölümdaşım gibi bankacı olmaya karar verdim ve yabancı bir bankanın Teftiş Kurulu'nda Müfettiş Yardımcısı olarak profesyonel iş hayatıma başladım.

2- Bankacılık sektöründe çalışmanın avantajları veya getirdiği zorluklar?

Bankacılık sektörü tüm dünyada en sıkı regüle edilmiş sektörlerin başında gelir. Türkiye ise bu sektörü en sıkı regüle eden ülkelerden biridir. Her yiğidin yoğurt yiyişi farklılık gösterir ya, bizim yiğidin stili tecrübeyle sabittir: üfleyerek yemek. Bankalar bir kaşık yoğurt yiyeyim derken; bir taraftan BDDK, diğer taraftan Maliye Bakanlığı, karşı taraftan Merkez Bankası ve arada bir de arka taraftan Bankalar Birliği üfler durur. Böyle soğuk! bir ortamda çalışmanın zorlukları olduğu gibi avantajları da vardır.

Yoğun iş temposu, stres, hedef baskısı gibi sıkıntılar bankacılık dahil tüm iş dünyasının kronikleşmiş zorlukları olsa da bankacılık sektörünü ayrı kılan bir numaralı zorluğu mesleğin isminde saklıdır bence: "bankacı olmak". 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu'nun 8. maddesinde kurucularda, 25. maddesinde ise genel müdür ve yardımcılarında aranan şartlar detaylarıyla belirtilmiştir. Türkiye'de başbakan olmak için bile bu kadar şart aranmamaktadır. Bir de bankacıların görev icabı edindiği müşteri sırrını saklama konusu vardır ki bazı bankacıları paranoya sahibi yapar, eşiyle dostuyla diyaloğunu bozar, ketumlaştırıp hayattan uzaklaştırır. Ayrıca bankacılık suçları pek çok kapsamda mali suçlardan ayrılmış ve cezaları oldukça ağırlaştırılmıştır. Ne de olsa sütten ağzımız yanmış bir kere...

Bankacılık sektörü özellikle teknolojinin yardımıyla hızlı değişen bir sektördür. Çalışanların bu teknik değişime ayak uydurabilmesinin tek yolu da sürekli eğitimdir. Türkiye'de gerek Bankalar Biriliği gerekse bankaların kendileri eğitim konusuna çok önem verirler ki bu durum bankacının kendisini geliştirmesi için büyük bir fırsat doğurur. 2001 yılında binlerce bankacının işsiz kaldığından sözedilir. Ancak işsiz kalanlar eğitimli insanlar olduğu için kendilerine reel sektörlerde iş bulabilmiş ve ülkenin büyük bir sosyal çıkmaza girmesini engellemiştir. Bunun yanında diğer bir avantaj ise kurumsallıktır. Kurumsallaşma, çalışanların özlük hakları, çalışma şartları, çalışanlar arası ilişki gibi bir çok konunun düzenlenlesinin ve istisnasız tüm çalışanlara eşit şekilde uygulanmasının teminatıdır. Kurumsallaşma bir bankanın olmazda olmazlarındandır ve en küçük bankanın kurumsal altyapısının bile büyük bir holdingin kurumsallığından daha gelişmiş olduğunu söyleyebilirim.

3- Finansçı olmaya ne zaman karar verdiniz ? Ve şu an istediğiniz yerde misiniz?
Dürüst olmak gerekirse ÖSS sonuçlarının açıklandığı gün karar verdim diyebilirim. Birçok Fen Lisesi mezunu gibi benim de düşüncem mühendis olmaktı ama aldığım puan ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümü için yeterli olmayınca ve ODTÜ'den de vazgeçemeyince, finansçı olurum düşüncesiyle İşletme Bölümü'nü tercih ettim. Okul boyunca de seçmeli derslerimi finans alanından aldım. Temelinde finansın mühendislikten pek de farklı olmadığını düşünüyorum. Sonuçta ağırlıklı olarak yurtdışında ve Türkiye'de bir kaç üniversitede Finans Mühendisliği adıyla programlar olduğunu biliyoruz. Yine de İşletme Bölümü'nden alınan lisans düzeyinde finans dersleri ile Finansçı olunamayacağının bilincinde olmak gerekir. Ben bir taraftan eğitimimi sürdürerek diğer taraftan banka içinde bu yolda ilerlemeyi düşünüyorum. Bu uzun bir yol ama mevcut durumum itibariyle doğru zamanlama ile doğru yerde olduğuma inanıyorum.

4- Performansınızı etkileyen faktörler neler?
Çalışırken aynı zamanda performansınızı takip ederseniz hangi durumlarda daha verimli, hangi durumlarda verimsiz çalıştığınızı görürsünüz. İş hayatında tecrübe kazandıkça da performansınızı etkileyen faktörleri biliyor ve olumsuz durumlara eğer mümkünse müdahale edebiliyor olursunuz. Benim performansımı etkileyen faktörlerin başında motivasyon geliyor. Yüksek motivasyon yüksek performans getiriyor. Peki motivasyonumu ne etkiliyor? Gözlemlerime göre bana verilen sorumluluğun boyutu ve yaptığım işin zorluğu motivasyonumu etkileyen kalemlerin başında geliyor. Yaptığım iş biraz farklı ve çetrefilli bir iş, sorumluluğum da fazla ise kendimi daha fazla veriyor ve daha kaliteli sonuçlar çıkartabiliyorum. Buna karşın angarya diye tabir edilen nispeten basit olan rutin işlerde ise performansımın düştüğünü biliyorum.

5- İş dışında vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz?
Aslında gitar çalmak ve kısa film çekmekten çok hoşlanıyorum. Fakat her ne kadar İstanbul'lu olsam da, liseyi ve üniversiteyi şehir dışında okuduğum için İstanbul'da bu tür aktiviteleri yapacak bir arkadaş grubum yakın zamana kadar yoktu. Birkaç arkadaşım ile birlikte yeni bir müzik grubu kurduk ve şimdilerde iş dışındaki vaktimin bir kısmında stüdyo çalışmalarımız oluyor. Kısa film çekmek için de yine birkaç arkadaşım ile birlikte ekip toplamaya uğraşıyoruz.
Tüm bunların yanında özellikle kışın iş dışındaki vaktimin büyük bir kısmını okul alıyor diyebilirim. Ancak ders, ödev ve proje süreçleri benim için üniversitede olduğu gibi stresli ve sıkıcı olmuyor. Sanırım bünye yoğun tempoya alıştığından okul bir mola gibi geliyor.

6- Genç bir profesyonel olarak hedeflerinizden bahseder misiniz?
Yakın gelecek için öncelikli hedefim eğitim. 4 - 5 yıl içinde yüksek lisansı ve hemen ardından doktorayı bitirmeyi ve zorunlu askerlik hizmetimi tamamlamayı planlıyorum. Bu süreçte Teftiş Kurulu'nda çalışmaya devam etmeyi düşünüyorum. Teftiş Kurulu'nda çalışmak bana bankanın değişik bölümlerini görmemi ve genel anlamda banka mekanizmasını anlamamı sağlıyor. Ancak icra sorumluluğu vermiyor. Yapılan işleri denetleme sorumluğu ile o işleri yapma, icra etme sorumluluğu arasında çok fark vardır. Bu yüzden 6 - 7 yıl sonra icra sorumluluğu alarak banka içinde teknik bir bölümde çalışmayı düşünüyorum. Bundan sonraki süreç için hayalim; profesyonel tecrübenin yanında teorinin imkanlarından mahrum kalmamak ve yaratıcı okul ortamından kopmamak için üniversitelerde ders vermek ve bunu uzun yıllar sürdürebilmektir.

7- Üyelerinin başarılarına ortak olmayı amaçlayan Gelişim Platformu Derneği'nin kulüp ve topluluk etkinliklerini nasıl buluyorsunuz?
Gelişen iş yaşamında çalışanların gelişimine katkı sağlamayı amaçlayan GP'nin, bireylere, onların çalıştıkları kurumlara ve dolayısı ile Türkiye'ye katkısı tabiki büyüktür. Kurulan ortak platformlarda tecrübelerin paylaşımı yoluyla gelişen know-how'a paralel olarak aynı sektörlerdeki profesyoneller arasında kurulan iş ağlarıyla da know-who'nun gelişmesi sağlanmaktadır. Bu bağlamda yapılanlar çok değerli ve gelecek için heyecan vericidir.

Ömer Kara kimdir?

1984 Istanbul doğumludur. İlkokulu Bahçelievler'deki Bağlar İlköğretim Okulu'nda okumuştur. O yıllarda kendisine okuma yazma öğreten, bilgi yarışmalarına girmesi için teşvik eden ve Anadolu Liseleri Sınavı'na hazırlayan biricik öğretmeni Gürbüz Akbaba'ya çok minnettardır.

Ancak Anadolu Liseleri Sınavı'nda kendisinden beklenen performansı sergileyemeyip o yıl yeni açılan Şişli Anadolu Lisesi'ne ön kayıtla girmiştir. Bir sene hazırlık ve 3 sene ortaokul eğitiminden sonra o okuldan da ayrılmıştır. O yıllarda aklına fen lisesini sokan ve 3 arkadaşıyla birlikte kendisini matematik olimpiyatlarına hazırlayan İlhan Erdoğan Hoca'sına ve fizik alt yapısını veren Salih Zeki Keklik Hoca'sına da çok minnettardır.


Orta 3. sınıftan sonra Fen Liseleri Sınavı'nda da kendisinden beklenen performansı sergileyemeyip, 99 Gölcük Depremi sonrasında puanları düşen Kocaeli Körfez Fen Lisesi'ne (KKFL) yine yedeklerden girmiştir.

Fen Lisesi'nde de muhtelif bilgi yarışmaları ve fizik olimpiyatlarına girmiştir. Lise yıllarında sanatın çeşitli dallarına ilgi duymasına zemin hazırlayan arkadaşlarına çok minnettardır.

ÖSS'de bir milyon insan gibi kendisinden de derece beklenmiştir ancak o sayısalda ilk bine bile girememiş ve ODTÜ İşletme Bölümü'ne girmiştir.

ODTÜ'de ingilizcesi yeterli görülmeyip bir sene İngilizce hazırlık okmak zorunda kalmıştır. Üniversitede gitar, görsel tasarım ve kısa film konularıyla ilgilenmiştir. Daydreamer adında kısa soluklu bir müzik grubunda solo gitaristlik yaparak, çeşitli klüplere ve firmalara afiş ve web tasarımları yaparak ve 3 tane de kısa film çekerek babasının tırıvırı dediği işlere bulaşmıştır. İşletme gibi kolay bir bölümde not ortalaması hiçbir zaman 3.5'i görememiş ve High Honor listesine girememiştir. 2. sınıftan sonra Almanca Öğretmenliği yan dal programına başlamış ancak 8 veya 9 dersin sadece bir tanesini geçebilmiştir. 4. sınıfının ilk döneminde Almanya'nın Paderborn Üniversitesi'ne Erasmus Programı'yla gitmiş bir semester orada eğitim görmüştür. Aldığı dersler çok ağır gelmiş ve 6 ay boyunca neredeyse her gününü Bibo dediği okul kütüphanesinde geçirmiştir. 6 ay sonra yurda dönmüş, ODTÜ'de son dönemini de bitirerek mezun olmuştur.

Mezuniyetten sonra özel bir bankada işe başlamış ancak okul ortamından ayrı kalmaya dayanamayıp hemen İstanbul Üniversitesi Bankacılık Yüksek Lisans Programı'na başlamıştır. Halen ikisi arasında gidip gelmektedir.


Elle tutulur bir başarısı neredeyse yok gibidir. Girdiği bilgi yarışmalarının çok azında takımına birincilik kazandırmış, genelde hep ikinci olmuştur. Olimpiyat sınavlarında dereceye girememiştir. Anadolu Liseleri, Fen Liseleri Sınavları ve ÖSS'de derece yapamamıştır. Üniversitede girdiği reklam yarışmalarında dereceye girememiştir. Müzik grubu Daydreamer ODTÜ bahar festivallerinde konser vermek için yapılan elemeleri geçememiştir. Kısa filmleri festivallerde gösterim almak dışında bir derece elde edememiştir. İş yaşamında bankadaki eğitim sonunda girdiği sınavda bile birinci olamamıştır. Yeter artık... :)

Kitap okumaz yazar okur. Bir yazarın tüm kitaplarını okumak gibi enteresan bir olayı vardır. Dan Brown, Adam Fewer gibi işe yaramaz, Sunay Akın gibi vay be dedirten yazarları tavsiye eder.